Ecz. Erol Afacan
Çorum Eczacı Odası Başkanı

KKKA Tehlikesi: Keneler Hakkında Bilmemiz Gerekenler

Bahar ve yaz aylarının gelmesiyle birlikte kene kaynaklı Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) vakalarında ülkemizin bazı bölgelerinde artış görülüyor. Özellikle Çorum ve çevresinde kenelerin havaların ısınmasıyla birlikte aktif hale geçmesiyle KKKA vakaları tedirginlik yaratmaya başladı. Geçtiğimiz günlerde Çorum’da tarlada çalışan 51 yaşındaki bir çiftçi, vücuduna yapışan keneyi fark ettikten sonra KKKA şüphesiyle hastaneye kaldırılmış ancak yapılan tedaviye rağmen maalesef hayatını kaybetmiştir. Bu üzücü olay, KKKA’nın ciddiyetini gözler önüne sermektedir. Halkımızın bu hastalık ve keneler konusunda bilinçlenmesi, korunma önlemlerinin alınması ve doğru uygulamaların bilinmesi hayati önem taşıyor.

Kene Nedir? Biyolojik Özellikleri Nelerdir?

Keneler, örümcek ve akrep gibi canlıların da dahil olduğu eklem bacaklılar (Arthropoda) şubesinin Arachnida sınıfına ait, kan emerek beslenen zorunlu dış parazitlerdir. Halk arasında yöreye göre “sakırga”, “yavsı” veya “kerni” gibi isimlerle de bilinirler. Dünya genelinde yaklaşık 900 kene türü tanımlanmıştır ve Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle bu türlerin pek çoğuna ev sahipliği yapar.

Kenelerin vücudu tek parça halindedir; ön kısımda konakçıya tutunup deriye sokulan ağız parçaları bulunur. Kene, konakçısının (insan veya hayvanın) derisine çengelli ağız organını sabitleyerek kan emer ve doyana kadar aynı yerde kalır. Bazı kene türleri birkaç saat içinde kanla doyarak bıraktığı konaktan ayrılırken, bazı türlerin tam doygunluğa ulaşması günler hatta haftalar sürebilir. Keneler yaşam döngülerinde yumurta, larva, nimf ve ergin olmak üzere birkaç evreden geçerler. Her evrede kan emmeye ihtiyaç duyarlar ve genellikle her evrede farklı bir konakçı bulabilirler.

Kenelerin ayakuçlarında tutunmaya yarayan vantuz ve kancalar bulunur; bu sayede kıllara, giysilere veya deri yüzeyine sıkı sıkıya yapışabilirler. Beslenme sırasında tükürüklerinde bulunan bazı enzimler sayesinde konağın dokusunu parçalayarak kanı pıhtılaşmadan emebilirler. Kan emme işlemi tamamlandığında kendilerini konakçıdan bırakır, genellikle otlara veya çalılara tırmanarak yeni bir konak aramaya yönelirler. Doğada uzun süre açlığa dayanabilirler; bazı kene türleri aylarca, hatta yıllarca beslenmeden hayatta kalabilir. Ayrıca soğuğa ve sıcağa karşı da dayanıklı türleri vardır.

Unutulmamalıdır ki keneler, doğada hemen her yerde bulunabilen, çok çeşitli ortamlara uyum sağlayabilen canlılardır. Ormanlık alanlardan çayırlara, tarım arazilerinden hayvan barınaklarına kadar insanların ve hayvanların bulunduğu birçok ortamda kene ile karşılaşmak mümkündür.

Hangi Kene Türleri KKKA’ya Neden Olur?

Dünya genelindeki yüzlerce kene türünün yalnızca küçük bir kısmı insanlarda KKKA’ya yol açabilen virüsü taşır. KKKA açısından en riskli ve sorumlu keneler, Hyalomma cinsi kenelerdir. Hyalomma cinsi, halk arasında “sakırga” olarak da bilinen oldukça iri yapılı ve hareketli sert keneleri içerir. Bu keneler kanla beslenirken KKKA virüsünü barındırabilir ve ısırdıkları konakçıya bulaştırabilirler.

Hyalomma marginatum başta olmak üzere bazı Hyalomma türleri, KKKA virüsünün taşınmasında başlıca vektör (taşıyıcı) konumundadır. Nitekim Dünya Sağlık Örgütü’ne göre Hyalomma keneleri, KKKA’nın coğrafi yayılımını belirleyen ana etmendir. KKKA virüsünü bulaştırabildiği bilinen yaklaşık 30 kene türü olduğu belirtilmektedir (850 civarı kene türünün 30 kadarı). Ancak Türkiye’de ve bölgemizde salgınlardan sorumlu olanlar büyük ölçüde Hyalomma cinsi kenelerdir.

Hyalomma keneleri genellikle büyük ve orta boy memelilere (sığır, koyun, keçi gibi çiftlik hayvanları ve yabani memeliler) tutunarak beslenir. Bu hayvanlar, keneler için taşıyıcı rolü görür; virüs, keneden hayvana ve hayvandan diğer kenelere geçerek doğada döngüsünü sürdürür. Hyalomma kenelerinin yaşam alanları, KKKA’nın görülme alanlarıyla büyük ölçüde örtüşür.

Bununla birlikte, Ixodes, Rhipicephalus gibi diğer bazı kene cinslerinin de laboratuvar koşullarında veya sınırlı bölgelerde KKKA virüsünü taşıyabildiği rapor edilmiştir. Fakat hastalık epidemiyolojisindeki rolleri çok daha düşüktür. Özetle, KKKA’nın bulaşmasında en önemli suçlu Hyalomma keneleridir ve bu kenelerin bulunduğu bölgeler hastalığın yüksek risk taşıdığı bölgelerdir.

Dünyada ve Türkiye’de KKKA’nın Yayılımı

KKKA, coğrafi olarak oldukça geniş bir alana yayılmış bir hastalıktır. KKKA vakaları, Afrika’dan Orta Doğu’ya, Balkanlar ve Doğu Avrupa’dan Asya içlerine kadar birçok ülkede görülür. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre virüs, kabaca kuzey yarımkürede 50. enlem çizgisinin güneyindeki ülkelerde endemiktir. Özellikle Afrika’nın sahra altı bölgeleri, Orta Asya ülkeleri, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya, KKKA’nın doğal olarak bulunduğu başlıca coğrafyalardır. Bu bölgelerde vektör kenelerin varlığı, yaygın çiftlik hayvanı yetiştiriciliği ve insanların kırsal yaşam tarzı, virüsün dolaşımına zemin hazırlar.

Her yıl dünya genelinde tahminen 10 ila 15 bin arasında insan KKKA enfeksiyonuna yakalanmaktadır; ancak birçok ülkenin sınırlı veri bildirimi nedeniyle gerçek sayı daha yüksek olabilir. KKKA vakalarının önemli bir bölümü hafif seyretse de, ağır vakalar ölümle sonuçlanabilir ve global olarak hastalığın ölüm oranı %10 ila %40 arasında değişebilmektedir.

Türkiye, KKKA vakalarının sık görüldüğü ülkelerden biridir.

Ülkemizde hastalık ilk kez 2002 yılında Tokat’ın Kelkit Vadisi yöresinde fark edilmiş, 2003 yılında yapılan laboratuvar testleri sonucunda kesin tanı konularak hastalığın KKKA olduğu anlaşılmıştır. Başlangıçta Tokat, Yozgat, Sivas, Çorum gibi Orta Karadeniz ve İç Anadolu’nun kuzey kesimlerinde vakalar dikkat çekmiştir. O tarihten bu yana, her yıl özellikle Nisan-Ekim ayları arasında vakalar bildirilmeye devam etmektedir.

Verilere göre 2002-2024 yılları arasında Türkiye’de toplam 17.132 KKKA vakası görülmüş ve ne yazık ki 819 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu, yaklaşık %5’lik bir fatalite (ölüm) oranına karşılık gelmektedir. Dünya ortalamasıyla kıyaslandığında (%10-40) ülkemizdeki ölüm oranı daha düşük görünse de bu başarıda vakaların erken tespiti, yoğun bakım olanakları ve halkın bilinç düzeyinin artmasının payı büyüktür.

KKKA vakaları en çok İç Anadolu’nun kuzeyinde, Orta Karadeniz’in güneyi (Kelkit Vadisi havzası) ve Doğu Anadolu’nun kuzeyinde kümelenmiştir. Sivas, Tokat, Yozgat, Çorum, Giresun, Gümüşhane, Bayburt, Erzincan gibi iller yıllar içinde en fazla vaka bildirilen iller arasındadır.

Ancak “hiperendemik” adı verilen bu yaklaşık 30 ilin dışında da zaman zaman vakalar görülmektedir. Son yıllarda iklim değişikliği ve hayvan hareketlerinin artmasıyla, kenelerin daha önce bulunmadığı bölgelere taşınabildiği, dolayısıyla KKKA’nın yeni bölgelerde de ortaya çıkma riskinin olabileceği uzmanlar tarafından dile getirilmektedir.

Kenelerin Taşıdığı Diğer Hastalıklar

Keneler sadece KKKA virüsünü değil, birçok farklı mikrop türünü taşıyarak çeşitli hastalıkların bulaşmasına aracılık edebilirler. Dünyada ve Türkiye’de kenelerden insanlara bulaşan başlıca hastalıkları şöyle özetleyebiliriz;

  • Lyme hastalığı (Lyme borrelyozu): Borrelia burgdorferi adı verilen bir bakterinin neden olduğu, kenelerin özellikle ormanlık alanlarda bulaştırdığı bir enfeksiyon. Ateş, deri döküntüsü (erişkin keneye hedef tahtası görünümü veren “eritema migrans” lezyonu), eklem ağrıları gibi belirtilerle seyreder. Tedavi edilmezse eklem, kalp ve sinir sistemi sorunlarına yol açabilir.
  • Kene kaynaklı ensefalit: Tick-borne encephalitis (TBE) olarak bilinen, virüs kaynaklı bir beyin iltihabı hastalığı. Özellikle Orta ve Doğu Avrupa ile Sibirya bölgelerinde yaygın olan bu hastalıkta kene ısırığı sonrasında ateş ve nörolojik semptomlar gelişebilir. Türkiye’de şu an için yaygın değildir ancak komşu bazı ülkelerde görülmektedir.
  • Akdeniz benekli ateşi: Rickettsia conorii adlı bakteriyle bulaşan, ülkemizde de varlığı bilinen bir hastalık. Kahverengi köpek kenesi (Rhipicephalus sanguineus) tarafından bulaştırılır. Yüksek ateş, vücutta döküntü ve ısırık yerinde siyah bir yara (tache noire) ile kendini gösterir.
  • Ehrlichiosis (Ehrlihyoz): Ehrlichia cinsi bakterilerin neden olduğu, monositik erlihyoz ve granülositik erlihyoz gibi alt tipleri olan bir enfeksiyon. Kene ısırmasıyla bulaşıp ateş, halsizlik, kas ağrıları ve kan değerlerinde düşüklük gibi belirtiler yapar.
  • Babesiosis (Babezyoz): Babesia adı verilen tek hücreli parazitlerin neden olduğu bir hastalık. Keneler vasıtasıyla insanlara bulaşabilir ve sıtma benzeri ateşli tablolar ortaya çıkarabilir; alyuvar hücrelerini enfekte eder.
  • Q ateşi: Aslında çoğunlukla kenelerle değil, enfekte hayvanların salgılarıyla bulaşan Coxiella burnetii bakterisinin yol açtığı bir hastalık. Ancak keneler bu bakteriyi hayvanlar arasında taşıyabilir. İnsanlarda yüksek ateş, baş ağrısı ve zatürre benzeri bulgular yapabilir.
  • Tularemia (Tularemi): Francisella tularensis bakterisinin neden olduğu ve genellikle su ve gıdayla bulaşsa da kenelerin de bulaştırabileceği bir zoonotik hastalık. Yüksek ateş, lenf bezi şişliği, boğaz enfeksiyonu veya ciltte yaralarla seyredebilir.
  • Kene felci: Özellikle Avustralya ve Kuzey Amerika’da bildirilen, kenelerin salyasındaki toksinlerin sebep olduğu geçici felç durumudur. Kenenin uzun süre vücutta kalıp salyasını salgılamasıyla özellikle çocuklarda güçsüzlük ve felç tablosu gelişebilir, kene çıkarıldığında düzelir.

Yukarıdaki hastalıkların yanı sıra, keneler başka birçok bakteri (örn. anaplazma), virüs (örn. Powassan virüsü, Kırım Kongo virüsü zaten başlıca örnek), parazit ve hatta bazı mantarları taşıyabilirler.

Bu nedenle keneler, dünyada insan ve hayvan sağlığını tehdit eden en önemli vektörlerden (hastalığı taşıyan aracılar) biri olarak kabul edilir. Her ne kadar ülkemizde KKKA son yıllarda en çok gündeme gelen kene kaynaklı hastalık olsa da, Lyme hastalığı gibi diğer kene kaynaklı enfeksiyonlar da mevcuttur ve dikkat edilmesi gerekir.

Korunma Yolları ve Önleyici Faaliyetler

Kenelerden ve dolayısıyla KKKA gibi kene ile bulaşan hastalıklardan korunmak, büyük ölçüde kişisel önlemlerin alınmasıyla mümkündür. Uzmanlar, özellikle riskli kırsal alanlarda bulunacak kişilere şu tedbirleri tavsiye ediyor:

  • Uygun giyim: Kırsal alanda, tarla, bağ, bahçe, orman ve piknik alanlarında bulunurken mümkün olduğunca açıkta kalan deri bölümü bırakmayacak giysiler giyilmelidir. Uzun kollu gömlekler ve uzun paçalı pantolonlar tercih edilmeli; pantolon paçaları çorapların içine sokulmalıdır  . Bu sayede kenelerin deriye ulaşması zorlaştırılır. Açık renkli giysiler tercih etmek de önemlidir çünkü üzerinize tırmanan keneyi daha kolay fark etmenizi sağlar.
  • Kene kovucu repellent kullanımı: Cilde sürülen veya giysilere uygulanan böcek kovucular, kenelerin yaklaşmasını belli ölçüde engelleyebilir. DEET (N,N-dietil-m-toluamid) adlı etkin maddeyi içeren kovucuların en yüksek etkinliği gösterdiği belirtilmektedir. Yüzde 10-35 DEET içeren sprey veya losyonlar, kenelere karşı yeterli korunma sağlayabilir. Bu ürünler eczanelerden temin edilebilir.

Bununla birlikte, hiçbir kovucu %100 koruma garanti etmez; bu nedenle kovucu kullanılsa bile diğer tedbirlere uyulmalıdır. Bitkisel içerikli kovucu losyonlar veya bilekliklerin etkinliğinin ise düşük olduğu ifade edilmektedir.

Ayrıca bazı insektisit (böcek öldürücü) kimyasallar giysilere uygulanabilir; örneğin permethrin ile muamele edilmiş kıyafetler, keneyi temas ettiği anda öldürerek koruyuculuk sağlar. (Not: Ülkemizde bir dönem %0,5 permethrin içeren kene kovucu ürünlerin kullanımına kısıtlama getirilmişti; bu nedenle repellent seçerken güncel önerileri eczacınıza danışmakta fayda vardır.

  • Doğada iken ve dönüşte kontrol: Kırsal alanda vakit geçirirken belirli aralıklarla kıyafetlerin dışını ve vücudun açık kısımlarını kontrol etmek faydalıdır. Özellikle kenelerin sık tercih ettiği bacaklar, çorap kenarı, bel çevresi gibi bölgelere bakılmalıdır. Eve döndükten sonra ise mümkünse ilk birkaç saat içinde duş alınması önerilir. Duş almak, üzerinizde dolaşan henüz tutunmamış keneleri uzaklaştırabilir. Giysiler de 60°C ve üzeri sıcaklıkta yıkanmalı veya yüksek ısıda kurutucuya konulmalıdır; yüksek ısıyla keneler öldürülebilir. En önemlisi, vücudun tamamı detaylı biçimde ayna karşısında ya da bir yakınımızın yardımıyla kontrol edilmeli; kulak arkası, koltuk altı, kasık, diz arkası, saç dipleri gibi kenelerin saklanmayı sevdiği bölgeler özellikle incelenmelidir.
  • Çevresel önlemler: Kenelerin yoğun olabileceği alanlarda, çevre düzenlemesi yaparak risk azaltılabilir. Örneğin, evin etrafındaki otların çok uzamamasına dikkat etmek, hayvan barınaklarını kenelere karşı ilaçlamak gibi tedbirler alınabilir. Tarım ve Orman Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı, kenelerle mücadele kapsamında bazı bölgelerde doğaya keklik ve sülün gibi kuşlar salmaktadır. Bu kuşlar günde binlerce kene yiyerek doğal biyolojik mücadeleye katkı sağlar.

Ancak bu tür faaliyetler uzman kurumlarca yürütülmelidir; vatandaşların bireysel olarak doğaya müdahale etmesi doğru değildir. Bunun yerine, yerel yönetimlerin ve sağlık birimlerinin keneye karşı ilaçlama ve bilinçlendirme kampanyalarına destek olmak etkili olacaktır.

Unutmayalım ki kişisel korunma önlemleri, sadece KKKA riskine karşı değil, kenelerin bulaştırabileceği tüm hastalıklara karşı genel bir savunmadır . Bu önlemleri basit alışkanlıklar haline getirmek (örneğin piknik dönüşü mutlaka duş alma ve vücut kontrolü yapma gibi) sağlığımızı ciddi bir riskten koruyabilir.

Kene Isırığı Durumunda Yapılması ve Yapılmaması Gerekenler

Tüm önlemlere rağmen vücudumuza bir kene tutunmuş olabileceği durumlar yaşanabilir. Böyle bir durumda panik yapmadan, sakin ve bilinçli davranmak çok önemlidir. Kene ısırığını takip eden ilk dakikalar ve saatlerde yapılacak doğru işlemler, KKKA dahil olmak üzere hastalık bulaşma riskini azaltabilir. İşte kene ısırığında yapılması ve kesinlikle yapılmaması gerekenler:

YAPILMASI GEREKENLER:

  • Keneyi en kısa sürede çıkarın: Kene vücuda tutunduğunda, virüsü bulaştırma riski zamanla artar. Bu yüzden keneyi fark eder etmez, mümkün olan en kısa sürede vücuttan uzaklaştırmak gerekir. Eğer müdahale etmekten çekiniyorsanız veya emin olamıyorsanız, en yakın sağlık kuruluşuna derhal başvurun. Ancak sağlık kuruluşuna ulaşmak zaman alacaksa, doğru teknikle kendiniz de çıkarabilirsiniz.
  • Doğru çıkarma tekniği kullanın: Keneyi çıplak elle tutmayın ve ezmeyin . Mümkünse temiz bir cımbız, ince uçlu pens ya da eczanelerde satılan kene çıkarma aparatlarından faydalanın. Keneyi, deriye en yakın kısmından (başına mümkün olduğunca yakın yerden) nazikçe kavrayın. Tek bir hareketle, fazla sıkıp ezmeden ve kenenin gövdesini bükmeden çekip çıkarın. Bazı uzmanlar keneyi çıkarırken hafifçe sağa-sola oynatarak “vida çıkarır gibi” çekmenin, tutunduğu yerden daha kolay ayrılmasını sağladığını belirtmektedir Önemli olan kenenin ağız parçalarının içeride kopmadan tümüyle çıkmasını sağlamaktır. Eğer kenenin bir kısmı içeride kalırsa, enfeksiyon riski bir parça artabilir; bu durumda yine bir sağlık çalışanına görünmekte fayda vardır.
  • Çıkarma sonrası yara bakımı: Kene çıkarıldıktan sonra ısırdığı cilt bölgesini su ve sabunla yıkayın. Ardından tentürdiyot (iyotlu antiseptik) veya alkol bazlı bir antiseptikle o bölgeyi temizleyin. Bu, olası mikroorganizmaların girişini engellemeye yardımcı olur.
  • Keneyi güvenli şekilde imha edin: Vücuttan çıkarılan kene hemen öldürülmelidir, çünkü canlı kalırsa tekrar başka birine tutunabilir veya etrafta dolaşabilir. Keneyi kesinlikle çıplak parmakla ezmeyin veya patlatmayın – bu, kenenin içindeki enfekte kanın etrafa sıçramasına ve cildinizdeki çatlaklardan bulaşmasına yol açabilir. En güvenli yöntem, keneyi kapaklı küçük bir kavanoz ya da şişe içine koyup üzerine biraz çamaşır suyu dökerek birkaç saat beklemektir. Çamaşır suyu keneyi öldürecektir. Alternatif olarak alkol içine atmak da benzer etki yapar. Bu imha işlemini açık havada ve çocukların erişemeyeceği bir şekilde yapın. Keneyi öldürdükten sonra, mümkünse yakarak veya toprağa derince gömerek tamamen yok edebilirsiniz.
  • Kendinizi izleyin ve gerekirse doktora başvurun: Kene ısırması sonrası KKKA’nın kuluçka süresi genellikle 3-7 gündür (en fazla 9 gün olarak belirtilir). Bu nedenle, kene çıkarıldıktan sonraki 14 gün boyunca vücut sıcaklığınızı ve genel sağlık durumunuzu gözlemleyin. Ateş, halsizlik, üşüme, kas ağrıları, baş ağrısı, bulantı, kusma, ishal, baş dönmesi, vücutta kırmızı döküntüler, gözlerde kızarıklık gibi olağandışı belirtiler ortaya çıkarsa vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurun. Özellikle riskli bölgede yaşıyorsanız veya böyle bir bölgede kene tarafından ısırıldıysanız, bu belirtileri ciddiye alın. KKKA erken teşhis edildiğinde destek tedavisi ile hastaların büyük çoğunluğu iyileşmektedir.

YAPILMAMASI GEREKENLER:

  • Keneyi üzerine sigara veya kimyasal uygulamayın: Halk arasında yanlış olarak bilinen yöntemlerden biri, vücuda tutunmuş keneyi çıkarmak için üzerine sigara basmak veya kolonya, alkol, gazyağı gibi maddeler dökmektir. Kesinlikle bu yöntemlere başvurmayın. Bu tür uygulamalar, kenenin strese girerek kusmasına ve içindeki virüsü sizin kan dolaşımınıza boşaltmasına yol açabilir. Bu da enfeksiyon riskini artırır.
  • Keneyi ezmeyin veya parçalamayın: Vücuttaki keneyi çıplak elle koparmaya çalışmak, parmaklar arasında ezmek son derece tehlikelidir. Kene ezildiğinde iç organlarındaki enfekte kan ve diğer sıvılar sizin cildinizle temas edebilir ve virüs bulaşabilir. Benzer şekilde, kenenin üzerine bastırmak da (örneğin tırnakla veya sert bir cisimle) aynı riski taşır.
  • Ev yapımı yöntemlere başvurmayın: Bazı yörelerde kene ısırığına karşı sarımsak sürme, yoğurt çalma gibi folklorik yöntemlerin işe yaradığına dair yanlış inanışlar olabiliyor. Bunların tıbbi bir yararı olmadığı gibi, asıl yapılması gereken doğru müdahaleyi geciktirebilir. Bu nedenle bilimsel yöntemler dışına çıkmayın.
  • Tıbbi müdahaleyi geciktirmeyin: Eğer kendiniz kene çıkarmakta tereddüt ediyorsanız, en yakın sağlık kuruluşuna gitmeyi ertelemeyin. Kene uzun süre vücutta kalırsa hastalık bulaştırma olasılığı artar . Ayrıca kene ısırığınız varsa ve kendinizi takip ettiğiniz 1-2 hafta içerisinde yukarıda bahsedilen belirtilerden herhangi biri gelişirse, “geçer herhalde” diyerek beklemek yerine hemen doktora görünün. KKKA, erken tanı ve tedavi desteğiyle atlatılabilen bir hastalıktır; geç kalmak ise riski yükseltir.

KKKA’nın Belirtileri, Tedavi Yöntemleri ve Tedaviyi Zorlaştıran Faktörler

KKKA virüsü vücuda alındığında bir kuluçka dönemi sonrasında hastalık belirtileri ortaya çıkar. Kuluçka süresi, virüsün alınış şekline göre değişir: eğer virüs kene ısırığı ile bulaştıysa genellikle 1-3 gün içinde (en geç 9 güne dek) belirtiler başlar; enfekte hayvan kanı veya enfekte bir insanın kan/vücut sıvılarıyla temasla bulaşmada ise 5-6 gün (en fazla 13 gün) sürebilir.

Belirtiler aniden ortaya çıkar ve başlangıçta oldukça genel, başka hastalıklara da benzetilebilecek türdedir. İlk belirtiler, yüksek ateş, üşüme-titreme, şiddetli halsizlik, baş ağrısı, yaygın kas ve eklem ağrıları, iştahsızlık gibi bulgulardır. Bazı hastalarda bulantı, kusma, ishal, karın ağrısı, boğaz ağrısı da erken dönemde görülebilir. Bu belirtiler grip, nezle veya diğer viral enfeksiyonların başlangıcına benzediği için, ne yazık ki ilk etapta KKKA tanısı akla gelmeyebilir. Nitekim uzmanlar, KKKA’nın ilk döneminde başka enfeksiyonlarla karıştırılmasının yaygın bir sorun olduğunu belirtmektedir; örneğin belirtiler grip veya brusella (Malta humması) ile karıştırılabilir. Bu durum tanıda gecikmeye yol açabilir, bu da tedaviyi zorlaştıran faktörlerden biridir.

Hastalık ilerledikçe tablo değişir. Genellikle 2-4 gün sonra hastanın durumu ya iyileşme eğilimine girer ya da daha ağır bir döneme geçer. İleri evre belirtileri arasında ciltte ve vücudun çeşitli yerlerinde kanamalar dikkat çeker. Hastaların yaklaşık %10-15’lik bir kısmında, virüs yükü fazla ise ağır kanama bulguları ortaya çıkar.

Bu kanamalar, vücuttaki küçük kılcal damarlardan sızıntılar şeklinde peteşi (noktalar halinde kanama) olarak başlayıp, daha büyük morluklar (ekimoz) ve ciddi iç kanamalar haline gelebilir. Özellikle diş eti kanaması, burun kanaması, idrarda kan, dışkıda kan (melena), cilt altında yaygın morluklar ve en tehlikelisi beyin kanaması görülebilir.

Hastalığın ağır seyrettiği vakalarda karaciğer ve böbrek yetmezliği gelişebilir; nabız hızlanır (taşikardi), tansiyon düşebilir. Zaten “kanamalı ateş” tanımı da bu iç kanama bulgularından gelmektedir. Hastalarda ayrıca yüz ve gözlerde kızarıklık, gözlerde kanlanma, ciltte döküntü de görülebilen belirtiler arasındadır.

KKKA’nın tipik seyri şöyle özetlenebilir: İlk birkaç gün grip benzeri bulgular, 4-5. günlerden itibaren kötüleşen vakalarda kanamaların eklendiği ağır tablo, yaklaşık ikinci haftadan itibaren ise iyileşme gösterenlerde toparlanma süreci. Uygun destek tedavisiyle hayatta kalan hastalar genellikle 10. günden sonra iyileşmeye başlar ve 2-3 hafta içinde normale döner. Ne yazık ki ağır vakalar ise genellikle hastalığın ikinci haftasında (7-10. günler civarında) hayatını kaybedebilir.

KKKA’nın kesin bir tedavisi ya da spesifik bir ilacı maalesef günümüzde bulunmamaktadır. Yani bu hastalığa özel, virüsü ortadan kaldıran onaylı bir antiviral ilaç yoktur. Hastanelerde uygulanan tedavi, yoğun destek tedavisidir. Hastaya damardan sıvı verilir, elektrolit dengesi sağlanır, organ fonksiyonları (böbrek, karaciğer, pıhtılaşma sistemi vs.) sürekli izlenerek gerektiğinde müdahale edilir.

Örneğin kan pulcuğu (trombosit) sayıları düşerse trombosit süspansiyonu verilmesi, kanamalar olursa taze plazma veya tam kan nakli gerekebilir. Hasta yoğun bakım şartlarında takip edilir; kan basıncı, nabız, oksijen seviyesi yakından izlenir.

Bazı vakalarda antiviral etkisi olabileceği düşünülen Ribavirin adlı ilaç kullanılmışsa da, bu ilacın etkinliği net değildir ve rutin kullanımda değildir. Türkiye’de bildirilen vakalarda, erken dönemde hastaneye yatış ve destek tedavisi sayesinde ölüm oranı %5 civarındadır. Oysa dünya literatüründe %30’lara varan ölüm oranları verilmektedir. Bu, bizim sağlık sistemimizin ve hekimlerimizin tecrübesinin yanı sıra, halkın farkındalığı sayesinde erken başvurmasının da bir sonucudur.

Tedaviyi zorlaştıran bazı faktörler vardır. En önemlisi, geç kalınmış olmasıdır. Eğer hasta, kene ısırığını önemsemeyip belirtiler şiddetlenene kadar sağlık kuruluşuna başvurmazsa, hastalığın ilerlemiş evresinde yoğun kanamalar ve organ yetmezlikleri başlamış olabilir. Bu durumda yaşam kurtarmak güçleşir.

Bir diğer faktör, hastanın alıntılanmış başka hastalıklarının olmasıdır. Örneğin bağışıklık sistemi zayıf olan, ileri yaştaki, kalp-damar ya da böbrek hastalığı gibi kronik rahatsızlıkları bulunan kişilerde KKKA daha ağır seyredebilir. Ayrıca virüs yükünün çok yüksek olduğu (kanıta dayalı olmasa da bazı hastalarda düşünülen bir durum) veya riskli dozda virüs maruziyeti olan (örneğin enfekte hastanın kanıyla yoğun temas etmiş sağlık personeli gibi) durumlarda da hastalık ağır seyredebilir.

Bir diğer zorluk, hastalığın ilk başta anlaşılamaması demiştik; bu tanı gecikmesi de tedaviyi geciktireceğinden sonuçları olumsuz etkileyebilir.

Peki KKKA’dan korunmak için aşı var mı? Ne yazık ki, henüz yaygın kullanıma hazır bir aşı yok. Dünya Sağlık Örgütü onaylı bir KKKA aşısı mevcut değil. 1970’lerde Bulgaristan’da geliştirilmiş bir KKKA aşısı denense de uluslararası düzeyde kabul görmedi.

Türkiye’de de aşı geliştirme çalışmaları son yıllarda hız kazandı; bazı aday aşılar hayvan deneylerinde ümit verici sonuçlar verdi ancak henüz insanlar üzerinde denemeler tamamlanmadı.

Bu nedenle, KKKA ile mücadelede şu an en etkili yöntem, hastalığın bulaşmasını önlemek (yani keneden korunmak) ve vakaları erken tespit edip tedavi etmektir.

Tedavi konusunda son olarak şunu vurgulayalım: KKKA viral bir hastalık olduğu için antibiyotikler etkili değildir, gereksiz yere antibiyotik kullanılmamalıdır. Hastalığın tedavisi sağlık kuruluşunda, doktor gözetiminde yapılmalıdır. Erken başvuru hayat kurtarır – eğer kene ısırığınız olduysa ve sonrasında kendinizi iyi hissetmiyorsanız, “nasılsa geçer” demek yerine mutlaka bir doktora görünün.

Eczacıların ve Eczanelerin KKKA ile Mücadeledeki Rolü

KKKA gibi zoonotik (hayvanlardan insanlara geçen) enfeksiyonlarla mücadelede, sağlık sistemimizin her birimine önemli görevler düşmektedir. Sahada doktorlar, hemşireler, veteriner hekimler aktif rol oynarken, vatandaşın en kolay ulaşabildiği sağlık danışmanlarından biri de eczacılardır.

Eczaneler, özellikle küçük yerleşim yerlerinde, sağlık hizmetinin ilk basamağı gibidir ve halkın bilgi almak için sıklıkla başvurduğu yerlerdir. Bu bakımdan eczacıların KKKA ile mücadelede katkısı büyüktür.

Koruyucu ürünlerin temini: Kenelerden korunmak için gereken repellent (kovucu) ürünler, antiseptikler, uygun giyim malzemeleri konusunda eczaneler ana tedarik noktalarından biridir. Örneğin DEET içerikli kene kovucu spreyler ve losyonlar eczanelerde bulunabilir ve eczacınız bu ürünlerin doğru kullanımı hakkında bilgi verebilir.

Bazı eczanelerde kene çıkarma pensi veya kartı gibi pratik aparatlar da satılabilmektedir. Bu araçların nasıl kullanılacağı, eczacılar tarafından vatandaşa anlatılabilir.

Örneğin bir kişi eczaneye gelip “pikniğe gideceğim, kene riski var mıdır, ne yapmalıyım?” diye sorduğunda eczacı, uygun bir kovucu önermenin yanı sıra pantolon paçasını çorabın içine alma, açık renk giyinme, dönüşte duş alıp vücut kontrol etme gibi önlemleri de hatırlatabilir.

Doğru yönlendirme ve eğitim: Kırsal bölgelerde kene tutunan bazı kişiler, durumu önemsemeyip kendi kendine çıkarma girişiminde yanlış yöntemler kullanabiliyor ya da sağlık kuruluşuna başvurmayı geciktirebiliyor.

Eczacılar, kendilerine danışan hastaları bilinçlendirebilir. Örneğin, bir vatandaş eczaneye gelip “keneyi üzerine kolonya döküp çıkardım, şimdi ne yapayım” derse, eczacı ona bunun riskli olduğunu anlatarak sonraki sefer için doğru yöntemi öğretebilir.

Ayrıca o kişiye 10-14 gün kendi takibini yapmasını, ateş veya diğer belirtileri olursa hemen hastaneye gitmesini öğütler. Eczaneler, Sağlık Bakanlığı’nın ya da İl Sağlık Müdürlüğü’nün hazırladığı KKKA bilgilendirme broşürlerini bulundurarak halka dağıtabilir.

Özellikle kenelerin aktif olduğu bahar-yaz aylarında, eczane vitrinlerinde veya panolarında “Kene ısırmasına karşı dikkat edilmesi gerekenler” gibi afişler asılması, toplum bilincini artırmaya yardımcı olur.

Koruyucu ekipman ve malzeme önerisi: Tarım ve hayvancılıkla uğraşan vatandaşlar için eczacılar bazı koruyucu malzemeleri önerebilir. Örneğin hayvanlar için kenelere karşı kullanılan ektoparaziter ilaçlar (koyun-keçi, köpek gibi hayvanlara uygulanan kene ilaçları) hakkında genel bilgi verip, bunların veteriner kontrolünde kullanılmasının önemini belirtebilir. Kişisel olarak açık arazide çalışacaklara, paçaları sıkı bağlanan tulumlar, keneye karşı etkili özel çoraplar veya çıplak elle kene tutmamak için evde bulundurulacak eldivenler gibi basit ama etkili malzemeler de önerilebilir.

Erken uyarı ve yönlendirme: Eczaneler, özellikle küçük yerlerde bir nevi “gözetmen” rolü üstlenebilir. Örneğin aynı köyden birkaç kişi art arda kene şikayetiyle eczaneye geliyorsa, eczacı durumu gözlemleyip o yörede bir kene popülasyonu artışı olabileceğini sağlık otoritelerine bildirebilir veya gelen kişileri mutlaka sağlık kuruluşuna gitmeleri konusunda ikna edebilir. Yine, KKKA tedavisinde kullanılan ve hastanelerde bulunan bazı destek tedavisi ürünlerinin (örneğin ribavirin temini, plazmaferez setleri vs.) lojistiğinde de eczacılık camiası dolaylı olarak görev alabilir.

Özetle, eczacılar halkla sağlık sistemi arasında bir köprü vazifesi görür. Kenenin hiç ısırmamasını sağlamak ideal olandır; bunu da sağlayacak olan vatandaşın kendisidir. Eczacılar, vatandaşlara bu konuda rehberlik ederek doğru ürünleri sunup doğru uygulamaları anlatarak KKKA’nın önlenmesinde önemli bir destek sağlarlar. Unutulmamalıdır ki, bilinçli birey hem kendini hem çevresini korur – eczaneler de bu bilincin yaygınlaşmasında kritik aktörlerdir.

Vatandaşın Bilinçlendirilmesinin Önemi

KKKA gibi ciddi bir hastalıkla mücadelede en güçlü silahımız önlemedir. Önlemenin yolu da toplumdaki her bireyin konuyla ilgili yeterli bilgiye sahip olmasından geçer. Vatandaşların bilinçlendirilmesi hem hastalıktan korunma hem de hastalık durumunda doğru adımların atılması açısından hayatî önemdedir.

Öncelikle, risk bölgelerinde yaşayan vatandaşların keneler ve KKKA konusunda bilgi sahibi olmaları gerekir. Kırsalda yaşayan bir çiftçi, tarlaya giderken açık renk giysi giymesi, kene kovucu sürmesi gerektiğini bilmeli; vücuduna kene yapıştığında ne yapacağını öğrenmiş olmalıdır. Bu bilgi, belki de kendi hayatını kurtaracak bir farkındalık demektir.

Örneğin Çorum’da yaşanan ve yukarıda bahsettiğimiz vaka, belki de kene ısırığını hafife almayan bir vatandaşımızın hemen sağlık kuruluşuna başvurması sayesinde tespit edilebilmiştir – ancak ne yazık ki geç kalınmış olabilir. Eğer herkes kene ısırığı sonrası belirtileri takip etme ve zamanında doktora gitme bilincine sahip olursa, KKKA’dan ölümler en aza indirilebilir.

Nitekim Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde KKKA’dan ölüm oranlarının dünya ortalamasından düşük olmasında, halkın erken uyarı belirtilerini öğrenip hızlıca hastaneye gitmesinin payı bulunmaktadır. Vatandaşın bilinçli olması, sadece kendi sağlığı için değil, çevresindekiler için de önemlidir.

Örneğin bir kişi, kene ısırığı sonrası doktora gitmeyip evde ağır hastalanırsa, ona bakan yakınları da (kan ve vücut sıvılarıyla temas yoluyla) riske girebilir. Oysa bilinçli bir hasta adayı, hem kendini erken tedaviye aldırarak iyileşme şansını yükseltir hem de çevresini korur. Yine, hayvancılıkla uğraşan biri, hayvanlarının üzerindeki kenelere karşı bilinçli mücadele verirse, o bölgede kenelerin insanlara bulaşma ihtimali de azalır.

Bilinçlendirme faaliyetleri, devlet kurumları, sağlık kuruluşları, basın-yayın organları ve okullar aracılığıyla yaygınlaştırılmalıdır. Bölgesel risk haritaları çıkarılarak, yüksek riskli köylerde halka yönelik eğitim toplantıları düzenlenmesi faydalı olacaktır. Yerel yönetimler ve muhtarlıklar, özellikle bahar aylarında köy camilerinde veya toplantı alanlarında kene ve KKKA konusunda bilgilendirme yapabilir.

Ulusal basında çıkan haberler de bu konuda farkındalığı artırmaktadır – ancak bu haberlerin paniğe yol açacak değil, eğitici içerikte olması önemlidir. Örneğin “Kene kabusu geri döndü” gibi manşetlerden ziyade “KKKA’ya karşı 10 altın kural” gibi yol gösterici içerikler halkı hem bilgilendirir hem rahatlatır.

Toplumun bilinçlendirilmesinin bir diğer faydası da söylentilerin, yanlış bilgilerin önüne geçilmesidir. Salgın hastalıklarda maalesef komplo teorileri veya bilim dışı “koca karı ilaçları” dolaşıma girebiliyor. KKKA özelinde de geçmişte “sarımsak sür, keneyi çıkartır”, “keneler laboratuvar ürünü mü?” gibi asılsız söylemler duyuldu. Bilimsel ve resmi kaynaklardan alınan doğru bilgiler yaygınlaştıkça, halk hurafelere değil gerçek önlemlere odaklanacaktır. Bu da mücadelenin başarısını yükseltir.

Sonuç olarak, KKKA ile mücadelede herkes üzerine düşeni yapmalı: Sağlık çalışanları canla başla tedavi ederken, vatandaşlar da kendilerini korumak ve erken tedavi için gereken bilgi ve duyarlılığa sahip olmalıdır. “Bana bir şey olmaz” demeden, basit ama etkili tedbirleri almak; gerektiğinde de en hızlı şekilde sağlık hizmetine başvurmak, bu hastalıkla savaşta en kritik adımdır.

Kenelerin Doğadaki Yeri ve Ekosistemdeki Faydaları

Onca olumsuzluğun ardından, belki şaşırtıcı gelecek ama, kenelerin ekosistemde oynadığı bazı yararlı roller de vardır. Genellikle kenelerden bahsedildiğinde sadece taşıdıkları hastalıklar ve zararlar akla gelir. Ancak her canlı gibi keneler de doğadaki dengenin bir parçasıdır ve bazı ekolojik faydalar sağlarlar.

Öncelikle, keneler birçok canlının besin kaynağıdır. Küçük kuşlar (özellikle bıldırcın, sülün, keklik gibi av kuşları), bazı sürüngenler (kertenkeleler) ve küçük memeliler kenelerle beslenir. Hatta yabani hindiler ve Gine tavuğu (guinea fowl) gibi kümes hayvanları, buldukları keneleri yemeyi çok sever; bu yüzden bazı çiftçiler araziye Gine tavuğu salarak doğal kene mücadelesi yapmaya çalışır.

Yılanlar dolaylı olarak kene popülasyonunu kontrol eder; örneğin bir araştırma, sağlıklı bir engerek yılanının her yıl yediği kemirgenler üzerinden binlerce keneyi ekosistemden uzaklaştırdığını göstermiştir. Yani keneler, daha büyük hayvanlar için bir besin zinciri halkasıdır ve onların varlığıyla diğer canlılar beslenme olanağı bulur.

İkinci olarak, keneler vahşi hayvan popülasyonlarını kontrol etmede rol oynarlar. Bu durum, doğal seleksiyonun bir parçası olarak görülebilir. Örneğin geyik gibi bazı popülasyonlarda kenelerin taşıdığı hastalıklar zayıf ve hasta bireylerin ölmesine yol açarak, daha güçlü bireylerin hayatta kalmasına olanak tanır.

Bu, ilk bakışta acımasız görünse de ekolojik dengede türlerin sağlıklı kalmasında bir etkendir. Benzer şekilde, kenelerin çok bol olması kemirgen popülasyonlarındaki artışın bir göstergesi olabilir; bu durumda doğada kemirgenleri avlayan tilki, yılan gibi yırtıcıların sayısı yetersiz kalmış olabilir. Bu açıdan keneler bir ekosistem göstergesi olarak da değerlendirilebilir.

Bilim insanları, bir bölgede kene yoğunluğunu takip ederek o bölgedeki küçük memeli popülasyonları ve yırtıcı dengesi hakkında dolaylı fikir sahibi olabilmektedir.

Üçüncü olarak, keneler biyolojik çeşitliliğe katkıda bulunur mu? Dolaylı da olsa evet. Taşıdıkları mikroorganizmalar – her ne kadar bizler için tehdit olsa da – doğadaki mikrobiyal çeşitliliğin bir parçasıdır. Ayrıca kenelerle yaşamak zorunda olan hayvanlar, evrimsel süreçte onlara karşı çeşitli bağışıklık mekanizmaları geliştirmişlerdir. Bu da canlılar dünyasında bir çeşitlilik ve uyum süreci yaratmaktadır.

Son olarak biraz esprili bir dille: Kenelerin varlığı, insanları doğada daha temkinli olmaya iterek belki de insanoğlunun her yere pervasızca müdahale etmesini engelleyen bir uyarı unsuru bile sayılabilir. Örneğin keneler yüzünden bazı hassas doğal alanlar (sık çalılıklar, sulak çayır bölgeleri) insanların fazla girişine maruz kalmaz ve kendi haline bırakılır. Bu da o ekosistemlerin korunmasına dolaylı bir fayda sağlayabilir, elbette böyle bir niyetleri olmasa da!

Şaka bir yana, doğadaki her tür gibi kenelerin de ekolojik denge içinde bir yeri vardır. Ancak bu, biz insanların onlardan gelebilecek hastalık riskini göz ardı edeceğimiz anlamına gelmez. Sadece, kenelerden tamamen kurtulmanın (örneğin tüm keneleri yok etmenin) ekosistemde beklenmedik olumsuz sonuçları olabileceğini hatırda tutmalıyız.

En iyisi, doğayla barışık yaşarken kendi sağlığımızı korumak için gereken önlemleri almaktır. Yani ne “her kene zararlıdır, hepsini yok edelim” mantığı doğru, ne de “faydalıymış, hiç önlem almayalım” demek mümkün. Doğru olan, kenelerin varlığını bilerek, onlarla temastan kaçınarak ve gerektiğinde doğru şekilde müdahale ederek hem doğayı hem kendimizi korumaktır.

Son söz: Kırım Kongo Kanamalı Ateşi, özellikle Çorum ve çevresi gibi riskli bölgelerde yaşayanlar için önemli bir halk sağlığı sorunudur. Ancak alınacak basit tedbirler ve yüksek farkındalık ile bu hastalıktan korunmak mümkündür. Keneleri hayatımızdan tamamen çıkaramasak da onların taşıdığı riskleri minimize etmek bizim elimizde. Unutmayalım, bilgi güçtür – keneler ve KKKA hakkındaki doğru bilgilere sahip olarak, hem kendi sağlığımızı hem sevdiklerimizin sağlığını koruyabiliriz.

Sağlıklı ve bilinçli günler dileriz.

Ecz.Erol AFACAN
Çorum Eczacı Odası
Yönetim Kurulu Başkanı



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat