Ecz. Alper Yusuf Kepek

Türkiye İlaç Sektörü Raporu 2025’ten Dikkat Çeken 5 Gerçek

İlaç endüstrisi, manşetlerden eksik olmayan ancak gerçek hikayesi genelde karmaşık veri yığınlarının arkasında gizli kalan devasa bir yapı. Günlük hayatta sıkça tartıştığımız fiyat artışları, "ilaç yokluğu" veya yeni tedavilere erişim gibi konular aslında buzdağının sadece görünen yüzü. Sektörün bütünsel röntgenini çekmek için verilere daha derinlemesine bakmak gerekiyor.

Tam bu noktada, AIFD | Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği ve EFPIA - European Federation of Pharmaceutical Industries and Associations desteğiyle, IQVIA tarafından üçüncü kez hazırlanan Türkiye İlaç Sektörü Raporu 2025, Türkiye ilaç sektörüne ilişkin güncel ve kapsamlı bir perspektif sunuyor.

Ben de bu kapsamlı raporu sizler için inceledim ve sayfalar dolusu verinin arasından, sektörün geleceğine ışık tutan en kritik 5 bulguyu damıtarak özetledim. İşte manşetlerin ötesinde, Türkiye ilaç sektörünün gerçek yüzü:

1. Büyüme İlüzyonu: Ciro Rekor Kırarken Kutu Satışları Neden Düşüyor?

Raporun ilk bakışta en dikkat çeken verisi, pazarın büyüklüğüyle ilgili. Türkiye ilaç pazarı 2024 yılında TL bazında %54,5’lik devasa bir artışla 376 milyar TL büyüklüğe ulaştı. Ancak yüksek enflasyonun hüküm sürdüğü bir ortamda, bir veri okuryazarı olarak sormamız gereken asıl soru şudur: "Bu büyüme reel mi?"

Dolar bazında baktığımızda büyümenin %11,9 olduğunu görüyoruz. Bu oran, Polonya gibi benzer pazarların (%21,4) gerisinde kalsa da yine de güçlü bir performans. Ancak asıl ezber bozan detay, bu büyümenin kaynağında yatıyor. Rapora göre değer artışının tam %90,6’sı doğrudan fiyat artışlarından kaynaklanıyor.

Daha da ilginci, pazar parasal olarak büyürken, hacim olarak küçülüyor. 2024 yılında satılan toplam ilaç kutusu sayısı bir önceki yıla göre %3,5 azaldı. Yani kasaya giren para artarken, hastaya ulaşan ilaç kutusu azalıyor. Bu durum, sektörün "sağlıklı büyüme" kavramını sorgulatırken, ilaca erişim ve talep tarafında yaşanan daralmayı da gözler önüne seriyor.

2. İnovasyona Erişim Krizi: Avrupa'daki 100 Yeni İlaçtan Sadece 3'ü Bize Ulaşıyor

Bir ülkenin sağlık sisteminin kalitesini belirleyen en önemli ölçütlerden biri, vatandaşlarının en yeni tedavilere ne kadar hızlı ulaşabildiğidir. Raporun bu konudaki verileri ise maalesef oldukça düşündürücü.

2020-2023 yılları arasında Avrupa İlaç Ajansı (EMA) tarafından onaylanan 173 yenilikçi tedavinin, Ocak 2025 itibarıyla Türkiye'de sadece 6 tanesi kamu geri ödemesi kapsamında. Bu, %3 gibi şok edici derecede düşük bir erişim oranına tekabül ediyor ve Türkiye'yi rapordaki ülkeler arasında son sıraya yerleştiriyor. 2019'da %18 olan bu oranın yıllar içinde erimesi durumun ciddiyetini artırıyor.

Daha vahim olan ise "iki katmanlı" bir sistemin oluşması. Yenilikçi ilaçların ek %10’luk bir kısmına, ancak "cebinizden öderseniz" ulaşabiliyorsunuz. Özellikle nadir hastalıklar konusunda tablo daha karanlık: EMA onaylı 66 yetim ilaçtan sadece 1 tanesi geri ödeme kapsamında. Bu "inovasyon makası", çığır açan tedavileri bekleyen hastalar için hayati bir engel teşkil ediyor.

3. Yerli Üretim Paradoksu: Hacimde Lideriz, Peki Ya Değerde?

"Türkiye bir ilaç üretim üssü olabilir mi?" sorusuna raporun cevabı "Evet, ama..." şeklinde. Kutu bazında baktığımızda, Türkiye'de satılan her 10 ilaçtan 9'u (%90) yerli üretim. Bu, üretim kapasitemizin ne kadar güçlü olduğunun somut bir kanıtı.

Ancak madalyonun diğer yüzünde "katma değer" sorunu var. Pazar parasal değer üzerinden incelendiğinde yerli üretimin payı %90'dan %57'ye düşüyor. Yani biz çok sayıda ama "ucuz" ilaç üretiyoruz; pazarın asıl değerini oluşturan yüksek maliyetli ve teknolojik ilaçları ise ithal ediyoruz.

Bunu en net biyoteknolojik ilaçlarda görüyoruz. Yerli biyobenzer ilaçlar 1,5 milyar TL'lik bir hacim yaratırken, ithal ürünlerin domine ettiği pazar 5,2 milyar TL. İlaç ihracatımızda kilogram başına ortalama fiyatımızın (26,1 dolar) Avrupa ortalamalarının çok altında kalması da üretim gücümüzü henüz yüksek katma değere dönüştüremediğimizi kanıtlıyor.

4. Altyapı ve İnsan Kaynağı Dengesizliği: Hastane Var, Doktor Yok

Rapor, sağlık sistemimizdeki fiziksel altyapı ile insan kaynağı arasındaki derin uçurumu da gözler önüne seriyor. Bina ve yatak kapasitesi konusunda fena sayılmayız; 1.000 kişi başına düşen 3,1 hastane yatağı ile İtalya ile aynı seviyedeyiz ve İspanya'yı geçiyoruz.

Ancak bu binaların içindeki sağlık profesyonellerine geldiğimizde tablo değişiyor. Türkiye, 1.000 kişiye düşen 2,4 hekim sayısı ile OECD ortalaması olan 3,9'un çok gerisinde ve listenin son sırasında. Hemşire sayısında da durum farklı değil (Türkiye 2,9 vs OECD 9,2). Bu veriler, fiziksel altyapısı yeterli olsa da, bu sistemi ayakta tutan sağlık personelinin omuzlarındaki yükün sürdürülemez boyutlarda olduğunu gösteriyor.

5. Gizli Potansiyel: Klinik Araştırmalarda Dünya Ligine Tırmanış

Raporun ortaya koyduğu tüm bu zorlukların yanında, "sessiz ve derinden" gelen bir başarı hikayesi de var: Klinik araştırmalar.

Türkiye, 2024 yılında endüstri destekli yeni başlatılan klinik araştırma sayısında dünyada 20. sıraya yükselerek İsrail ve Danimarka gibi devleri geride bıraktı. Bu, Türkiye'nin Ar-Ge ekosisteminde önemli bir oyuncu olma potansiyelini gösteriyor.

Elbette analitik dürüstlük gereği, bu veriyi nüfusa ve ekonomiye oranladığımızda (normalize ettiğimizde) sıralamamızın 40'lara gerilediğini de belirtmeliyim. Ancak mutlak sayıdaki bu yükseliş, Türkiye'nin doğru stratejilerle küresel bir araştırma merkezi olabileceğine dair en güçlü sinyali veriyor.

Ecz. Müh. Alper Yusuf KEPEK
eczalperkepek@yandex.com
05548927925

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat